edebi-yasam

Şiir ve İnsan

ŞİİR VE İNSAN

“Yaşıyan her fani
Yaşıyan ruh özler
Her sıkıldıkça arar
Dar hayatında ya dost ufku ya canan ufku”
Y. K. Beyatlı

HİÇBİR ŞEYİN SINIRI, insana dair olanınki kadar geniş değil. Bu denli geniş alanda, demek ki tanınması ve tadılması lazım olan çok şey var.

Demek ki insan tanıyacaktır.

Demek ki tadına varılan, insana dair olacaktır.

Ve kalbimizde olan daima kelimeler arasındaki boşlukta kalacaktır. Giriş ve çıkış kapıları arasında. Hiçbir yerden herhangi bir yere gidişlerde. Fakat daima boşluklarda…

Ben henüz bir şey değilken siz var idiniz. Siz bir şey değilken var olan ben idim. Eşya bir şey değilken her birimiz var idik. Biz bir şey değilken eşya var idi. Varlımığız, Nun’un içindeydi. Kaf’ın kalemi Nun’un içinden çıkardı bizi. Dairesel tek noktadaydık. Sonra Vav’ın içinde buluştuk. Ben, siz ve eşya. Vav, geniş bir düzlük idi. Orada kaybolduk.

Böyle başlıyor hikâyesi insan ile şiirin.

Çünkü Vav’ın geniş düzlüğünde kaybolduk ve dar hayatlar kurduk. İstedik ki kanatlanalım. Kanadı kırıldıktan sonra da uçmayı deneyen kuşlar, bilirler ki artık uçmak ya da uçabilmek kendi irade ve ihtiyarlarıyla mümkün olamayacaktır. Şiir için ‘zihin kuşu’ diyenler, Vav’ın düzlüğünde kanadı kırılan insanın son menzile varış imkânından söz etmiş oluyorlardı. Ve bu denli yoğun bir ilişki yaşıyor insan ile şiir.

Şiiriyet ile insan kalbinin boyut ve buutları arasında daima bir bağ vardır. Vav’ın düzlüğünde karşılaştığımız hiçbir hadise yoktur ki bize zayıf ve eksik bir yanımızı daha göstermesin. Bilgeliğe doğru bir yolculuk, fark ettiğimiz kırılgan yanlarımızla ilerliyor ve son menzilde bir hiçlik ovasına götürüyor bizi. ‘Henüz bir şey değilken’ halinde olduğumuz yere…

Yukarıda değinildiği gibi ‘ben, siz ve eşya’ Vav’ın düzlüğünde buluşmuştuk. Dolayısıyla üçümüz arasında kurulan bir iç bağ var. Ben’im sizinle olan ilgim, sizin O’nunla olan ilginiz, ikimizin eşya ile olan ilgisi, sonra uzakta olanın bize verdiği hüzün ve korku, sonra benim kendi içime kapanmam, sonra sizin iç’inizden kaçmanız, sonra eşyanın ikimizin farklılığına göre bir aykırılığı, bana yakın olanın size uzak, size uzak olanın diğerine yakın oluşu ve tüm bunlardan ötede eşyanın, henüz biz bir şey değilken var olan hakikati ile henüz o bir şey değilken bizim oluşumuz arasında, üçümüzün de dışında olan bir iç bağ kurulmuş. Ve şiiriyet, bu iç bağın ancak sezilen dilidir. Şiirin aşka benzeyişi de bundandır. Âşık ile maşuk dışında üçüncü bir şeydir aşk. Hem aşığı hem de maşuğu kendi düzlemine çeker ve âşık da maşuk da kendisi olmaktan uzaklaşınca aşk gülümser.

Yeryüzünde şairane oturmak lazım geldiğini söyleyen Hölderlin’in bu cümlesi, bu sebeple herhangi bir retorik söylemin konusu olmaktan uzaktır. Çünkü şiiriyeti, insan kalbinin buutlarından bağımsız bir dil olayı şeklinde görmek, Vav’ın düzlüğünde olup bitenleri anlayamamak sayılır. Bu yüzden şiiriyet, kendisine bigane olanın affından yana değildir. Şair ile şiir arasındaki yerde var olan gergin bir hat olarak görebiliriz şiiriyeti. Aşk da seven ve sevilen arasındaki ilişkiyi gergin bir düzlemde tutuyor ve her ikisine karşı sadece kendi dilini öne çıkarmıyor muydu?

Ben’im, siz’in ve eşyanın; üçümüzün buluştuğu Vav’ın düzlüğünde zaman ve mekânın kaydı vardı. Bir an’dan ötekine ancak yaratıcının izniyle geçilebilen zaman çizgisinde geçmiş ve gelecek biz üçümüz için geçerliydi. Ve bu an’ı seyyaleler boyunca daima geçerli olan cümleyi Kandinski’den duyacaktık: ‘Hiçbir şey ruh kadar güzelliğe aç değildir ve hiçbir şey ruhtan daha kolay güzelleşemez.” Ruhun güzelliğe meyli nedendi? Ve aşk ile şiiriyet, tek kelimeyle her biri uzun ve ıstırap verici bir güzellik yolculuğundan başka neydi?

Rivayet edilir ki bir gün Allah’ın Nebisi (asm) yağmurlu havada dışarı çıkar ve epeyce ıslanır. Bunun sebebini soranlara ise ‘çünkü yağmurun Rabbiyle ahdi bizimkinden daha tazedir’ cevabını verirler. Bu hâl bir öz’e dönüş ve onu özleyiş idi. Yine bu cümleden insanın hakikat arayıcılığına dair bir yol buluyoruz. Çünkü kalbin uzandığı alanlar, ruhun özlediği yer nereler ise oralardır. İbn-i Arabî’nin söylemiyle düşüş nereden ve nasıl ise çıkış da onun simetriğiyle mümkün olabilecektir. Bu yolculuğun ise hayatın içinden geçtiğini biliyoruz. Demek ki ben, siz ve eşya her birimizin kökleri hayatın içinde bulunmaktadır. Ve hayat nereye akmakta ise oraya yönelmekteyiz. Vav’ın düzlüğünden Kaf’ın ve Nun’un olduğu yere doğru.

Şiir ve insan arasındaki çekim kuvveti de, ben, siz ve eşya arasındaki iç bağ’dan kaynaklanıyor. Ben’imle siz’in, siz’inle eşya’nın, eşya ile tüm şeyler arasındaki çekim, şiiriyet olarak billurlaşmaktadır. Hakikat arayıcılığı, bu çekime aşina olmak ile paralellik arz eder. Bu aynı zamanda eşyanın hakikatini bilmeye doğru bir yolculuktur da. Ve şiir bu sebeple, yabancılaşmaya karşı bir yumruk vaziyetinde oluşu ifade etmektedir.

Vav’ın düzlüğünde dar hayatlar kurduk. ‘Gel kurtul o dar varlığının hendesesinden’ diyordu Yahya Kemal. Çünkü bu iç bağ’ları göremeyen kalbimiz, nesnelerin soğuk gölgesine düştü. Eşya nesneye dönüştü ve nesnenin otoritesi başladı. Eşya yalnız değilken nesne inanılmaz bir yalnızlığı yaşamaktadır. Ruh aradığından daha da uzaklara savruluyordu. Vav’ın düzlüğünde kayboluş hızlanıyordu. Akıl, eşyanın üzerinde bir varoluşa sahip olan insanı, nesnenin bağımlılığına sürüklemişti. Kalbinde merhametten bir iz taşıyanlar şiir ile aralarındaki çekimin acılı tonlarında buluşmaya başladı. Ruh buna her devirde ihtiyaç hissetmişti lakin ihtiyacın en çoğu hiç kuşkusuz yaşadığımız son yüzyılımızdır.

Nesnenin bir diğeri ile olan iç bağ’ının kopması, zimnî olarak insanın bir diğerine yabancı kalmasının işaretiydi. Bu şiiriyetin olduğu yerin kaybedilmesi anlamına da geliyordu. İnsanın şiirle yaşadığı bir saklambaca benziyor bu durum. İnsan var, şiir de var, lakin şiiriyetin yeri kaybedilmiş. Aşkın günümüzdeki pespaye hâlini gören ehl-i dîl, aşkın, seven ile sevilen arasında hakiki surette bulunmayışını, seven ile sevilenin nümayişten öteye geçemeyen hissedişlerine bağlamaktadırlar. Popülist sevginin bir çözümsüzlük olduğu kesin.

Modernizmin dönüştürücülük kabiliyeti, insanın müteal gelenekle olan bağını, örselemiş vaziyettedir. Vav’ın düzlüğündeki kesret vadisine ulaştırdı akıl. Tanrılaştırılan akıl, nesneleri yalnızlığa sürüklerken, nesnelerin yalnızlığı insana sirayet etti. Artık onlar egemen. Akıl, anlamaya çalışırken, göz görmeye çabalarken şaştı. Müteal bir gelenekten, şaşkın bir medeniyete sürgün başladı. Öz’den uzaklara doğru bir sürgün. İnsanlık bu sürgünü birbirine muttasıl an’lardan oluşan zaman içinde ne çok yaşadı. Uzaklaştıkça öz’deki bütünlük arandı. En özgür şairin dahi bebekler kadar özgür konuşamayacağını artık biliyoruz. Vav’ın düzlüğünde, Kâf ve Nun’a olan aidiyet, sezilemiyor.

Aidiyet sorunu insana dair olan ne varsa onlar ve bahsimiz gereği şiiriyet ve aşk için en vazgeçilmez kısmı teşkil ediyor. Zira bize ait olan uzakta kalmıştır. Ben, siz ve eşya için de durum aynı. Şiiriyetin ve aşkın olduğu her yerde, ait olunan yere doğru bir özleyiş sancısı muhakkak vardır.

Kutsal kitaplar, bize hayat kitabını anlatırlar. Hayat, Vav düzlüğü idi. Kesret vadisiydi. İsimler, çokluk ormanında eşyayı bize tanıtan simgeciklerdi. Varlık ‘dil’ denen bu ev içinde dizayn edilmiş vaziyette. Her bir isim, beylik tabirle ontolojik bir temele dayanıyor.

Ve biz hayat kitabını anlamak için nerede duruyoruz?

Kamyoncular durağında mı?

Bir çark dişlisinde mi?

Aklın evinde ya da kendisini Âlim olarak vasıflandıranın “ilm” rahlesinde mi?

İnsan ile şiir arasındaki ilişkinin, bizi ait olduğumuz yerin sancısını çekmeye sürüklemesi normaldir. Orası, kalbin derinlerinde, aklın göremediği kadar derinlerinde, tek başına bırakılmış uzak bir çığlık gibi, sesinin duyulmasını bekleyen yerdir. Orası üçümüzün, Vav düzlüğünde kaybolmazdan evvelki yerimizi işaretliyor.

Ve şu an kayıplar ormanındayız.

Ben’i size kaybettiren neydi onu bulmaya çalışıyorum ilkin.

Siz’i bana kaybettiren neydi onu da.

Hele eşyayı nesneye dönüştüren sır?

İlkinden başlayalım. Ben’i size kaybettiren neydi? Beni arıyorken bulamayışınız niçindi? Beni aradığınızı biliyorum. Çünkü yürüdüğüm yollarda, beni arıyor olduğunuza dair koyduğunuz işaretler var. Onları görünce beni arıyor olduğunuzu hatırlıyorum. Bunları siz’in koyduğunuzu da anlıyorum. Fakat bunları şimdi anlıyorum. Birbirine muttasıl an’lar, çok uzadı. Ömrümün yarısı kadar uzadı. Siz beni arıyorken bana dendi ki; “ seni arayanlar, seni omuzları üzerinde taşımak için çırpınıp duranlar var. Her yerde senin adını konuşmak için seni arıyorlar. Güzel koltuklar yapmışlar senin için. Ve biner binmez kuşlar gibi uçacağın binekler hazırlamışlar sana. Fakat onların seni bulabilmesi için senin de yapman gerekenler var. Şunları ezberle, bunları giyin, onlara bin, beridekilere takıl…” İşte bu yüzdendi sizin ben’i bulamayışınız. Arayanın siz olduğunuzu söylemediler. Ben’i bu yüzden kaybettiniz. Daha bitmedi, siz’i de bana kaybettirdiler. Bu sefer de ben’im aradığımı gösterirken şaşırttılar yolumu. Aradığımın ‘siz’ olduğunu seziyordum. Bunu taa derinlerden gelen bir ses söylüyordu bana. Bu sese kulak verdikçe, sesin geldiği yönün bu taraf değil de şu taraf olduğunu söylüyorlardı ısrarla. İnanıyordum. Bir gidiş başlıyordu sonra, artık dönülemiyordu. Beni siz’e niçin kaybettirdilerse siz’i de aynı sebepler yüzünden bana kaybettirdiler. Bir kayboluş hikâyesiydi her üçümüzün de yaşadığı. Ben siz’in için tanınmaz oluyordum, siz de ben’im için tanınmaz oluyordunuz. Fakat ben de siz de eşyayı kullanıyorduk. Ben ve siz bir yanılgılar ormanında bilmediğimiz acılarla yüzleşirken tam bu arada eşya kayboldu. Çünkü onu, ben ve siz’i yanıltmak için kullanmışlardı. Ben ve siz yanılınca eşya, nesneye döndü, dönüştürüldü. Onun kayboluşu, bizim kayboluş hikâyemizin doğal bir sonucuydu.

İnsan ve şiir diyorduk. Şimdi hangi insan ve hangi şiir dememiz gerekiyor. Bu kayboluş sürecinde ruhun sızladığını duyuyordu kayıp insan. Ruh ürperince, gönülde ıstırap halesi oluşuyordu ve acı, dil’e akmak istiyordu. Dil ev idi. Evde acı ve çırpınış vardı. Ruh bitkinleşince anlıyorduk eşyanın nesneye dönüştüğünü ve yalnızlıkta üşüdüğünü. Artık Kayıp insan ve Kayıp şiir vardı.

Ne geçtiyse elimize, bunun aradığımız olmadığını gördük.

Ve böyle sürüyor insan ile şi’rin hikâyesi.



Bugün 2 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol